2. Viyana kuşatması 1683, Avusturya 20 Nisan 2021, 01:26
2. Viyana kuşatması 1683, Avusturya'nın başkenti
ORTA MACARİSTAN MESELESİ
Macaristan, Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından fethedildiği 4 zaman; halkının ekserisi Macar olan bir miktar arazi, Avusturya Arşidükü Ferdinand'ın elinde kalmıştı.
Orta Macar arazisi denilen bu bölge Osmanlı idaresindeki Macar arazisinin batı tarafından başlayıp kuzeybatıdan Erdel sınırına kadar bir şerit gibi uzanarak Tuna'nın dirsek yaptığı hizadan Tisa Suyu'na kadar dayanıyorda Avusturyalılar bu araziyi kendi menfaatlerine uygun bir idarî teşkilata bağlamışlar, ayrıca, Erdel sınırı yakınındaki Kaşav şehrini bölge için bir nevi merkez haline getirmişlerdi.
Bölgede iyice yerleştikten sonra ağır vergilerle Macar halkını ezen Avusturyalılar, mezhep ayrılığını bahane ederek Katolik olmayanlara zulme başlamışlardı. Bu baskılara karşı halkı teşkilatlandıran Macar liderler ise tek tek öldürülüyordu.
Köprülü Fazıl Ahmed Paşa zamanında, Avusturya'ya karşı ayaklanan Macar Lideri Tököli İmre, Osmanlı Devleti himayesine girmek istemiş, fakat devlet o sırada Lehistan meselesiyle meşgul olduğundan, Avusturya ile sürmekte olan barışı bozmayıp Tökeli İmre'nin isteğini reddetmişti.
Buna rağmen Tökeli İmre, Avusturyalılara karşı mücadeleye girişmekten çekinmedi. Serhat boylarındaki Osmanlı birliklerinden de yardım görerek kalabalık Avusturya orduları karşısında dört beş yıl uğraştı: Avusturya imparatorunun 1681'de umumi af ilan etmesi üzerine, yanındakilerin birçoğunun kendinden ayrılması neticesinde zor duruma düşen Tököli İmre, kurtuluşu Osmanlı Devleti'ne sığınmakta buldu. İstanbul'a gönderdiği elçileriyle, Osmanlı himayesine girmek için müracaat etti.
Bu sırada Avusturya'nın tabii düşmanı olan Fransa Kralı XIV. Lui de Tököli'ye yardımcı oluyor, mali destekte bulunuyor, hatta Macar milliyetçileri ile Erdel ve Eflak voyvodaları arasındaki gizli ittifaklara yardım ediyordu. Osmanlı hükümeti için asıl gaye Avusturya'nın zayıf düşmesi idi ve siyasi durum da buna müsait görünüyordu.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bu vaziyeti değerlendirerek Tököli'nin müracaatını ve Orta Macaristan'ın himayesini kabul etti. Osmanlı Devleti, Orta Macaristan'daki bazı kaleleri zapt edip Tököli İmre'ye verdiği gibi, onu resmen Macar kralı olarak tanıdı.
Tököli İmre Orta Macar kralı ilan edildikten sonra mührüne şu beyti yazdırıp kullanmıştır:
Muhibb-i Âl-i Osmanım itaat üzereyim emre
Kral-ı Orta Macarım ki nâmım Tököli İmre
Fransa, Macarlar ve Osmanlı Devleti tarafından kıskaca alındığını anlayan Avusturya İmparatoru Leopold, İstanbul'a elçi göndererek mevcut barışın süresini uzatmak istedi. IV. Mehmed Han da ortada bir sebep yokken sulhu bozmak taraftarı değildi. Elçi ile görüşülerek anlaşmanın yenilenmesi yolunda arzusunu gösterdi. Lakin Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa savaştan yana tavır koyuyordu. “Sengotar Muharebesi'nde bulaşan yağlı kara henüz silinmedi” sözleriyle o yenilgiyi telafi etmek ister görünerek padişahı tahrik etti.
Yeniçeri Ağası Bekri Mustafa Paşa vasıtasıyla yeniçerileri savaşa karşı kışkırttı. Bunlar, “Padişah bizi niye besler. Oturmaktan kötürüm olduk. Cenk isteriz. Varıp Sengotar'da kalan elbiselerimizi düşmandan alalım,” demeye başladılar.
Bütün bunlara rağmen padişah sulhu bozmaya taraftar olmadı. Bu defa sadrazam yeni bir hileye başvurdu. Serhat beylerine ve valilere yazarak oralardan Avusturyalıların taarruzlarına dair sahte feryadnameler göndertti ve bunları padişaha arz etti. Böylece muharebeden ve anlaşmayı bozmaktan çekinen padişahı yavaş yavaş hazırlamaya başladı.
Maksadı tamamen harp etmeye yönelik olan Kara Mustafa Paşa'nın tavrı nihayet elçi ile görüşmelerine de yansıdı. Elçiye muahedeyi yenilemek için Yanıkkale'nin kendilerine iadesi, savaş hazırlıklarının tazmin edilmesi ve Orta Macaristan milliyetçilerinin serbest bırakılması şartlarını ileri sürdü.
Buna karşılık Avusturya elçisi, “Beni çasarım sulhu yenilemek için gönderdi. Mal ve memleket ver demedi. Siz ise sefer kapısını açarak üzerimize kuvvet sevk etmek istiyorsunuz. Nâhak yere bu kadar kan dökmek reva mıdır? Ben çasarıma ne yüzle varayım” diyerek reddetti. Avusturya elçisi savaşa mani olabilmek için Şeyhülislam Ali Efendi'ye müracaatla, “İslam şeriatı üzere boğazına bez bağlayıp aman diyene kılıç olur mu? Üzerine sefer caiz midir?” diye sordu. Böylece seferin caiz olmadığına dair fetva aldı ise de Sadrazam buna da bir kıymet vermedi ve elçiyi göz hapsine aldırdı.
Avusturya üzerine yeni harp artık kapıdaydı.
MURADIM VİYANA'DIR!
Sonbaharda padişah ve kapıkulu ocakları Edirne'ye gidip kışı orada geçirdiler. Bu münasebetle imparatorun daimi elçisi ile fevkalade elçi de Edirne'ye gittiler. Ancak oradaki görüşmeler de neticesiz kaldı (Aralık 1682).
Gerçekten de Avusturya'nın vaziyeti Otuz Yıl Savaşları adı verilen Avrupadaki iç muharebeler nedeniyle fena durumdaydı. Osmanlılarla harbi önleyemeyince sağa sola başvurmak suretiyle kendisine yardımcı aradı.
Başta Papalık olmak üzere İspanya, Venedik, Lehistan (Polonya) devletlerine Bavyera, Saksonya ve Frankonya prensliklerine müracaat etti. Fransa yardım etmemekle beraber hasmâne bir vaziyet almayacağını bildirdi. Venedik Cumhuriyeti teklifi kabul etmekle birlikte çok ihtiyatlı hareket edip ittifaka girdiğini sezdirmiyerek vaziyeti idare ediyordu.
Papa XI. Innosan nakden yardım ettiği gibi Katolik mezhebinde olan devletleri Osmanlılar aleyhine hareket ettirmek için çabalamaya girişti. Bu suretle her taraftan Avusturya'ya para ve gönüllü gelmeye başladı.
Avusturya'nın en kuvvetli destekçisi ise hem-hudut oldukları Lehistan Devleti oldu. Lehistan'ın başında aynı zamanda iyi bir kumandan olan Jan Sobieski bulunuyordu. Sobieski aslında Osmanılarla harp halinde iken kendisine yardım edilmemesinden dolayı Avusturya'ya gücenikti.
Bununla beraber siyasi menfaatleri ve bu arada papanın tesiri ile 31 Mart 1683'te Avusturya ile ittifak yaptı Anlaşmaya göre Lehliler, sonuna kadar Avusturyalılarla beraber hareket edeceklerdi. Gönderecekleri kırk bin askere ise bizzat kralları Sobieski kumanda edecekti. Şayet Türkler mağlup edilirse Lehliler, Bucaş Muahedesi'yle Osmanlılara geçen yerleri ve hatta Boğdan ve Eflâk'ı alacaklardı.
Bir taraftan da üst üste Osmanlı Devleti'ne elçiler göndermeye devam ediyorlardı. Bunların sulha talip olup aman dilemesi başta sadrazam olmak üzere bir kısım Osmanlı ricalinin gururuna çarpıyordu.
Edirnede, bulunan fevkalade Avusturya elçisi son defa olarak Yeniçeri Ağası Vezir Bekri Mustafa Paşa tarafından davet edilerek, İşte üzerinize sefer tahakkuk etti.
Yanıkkale teslim edilirse sulh yenilenir, deyince elçi, “Kale kılıç ile alınır, yoksa buradaki söz ile kale verilmez,” cevabını vermiş olduğundan Ocak 1683'te padişah tuğları bir kez daha dalgalandı. Sefere memur olanların baharda Belgrat'ta bulunmaları hakkında her tarafa fermanlar gönderildi. Padişahın Belgrad'da kalarak veziriazamın serdarlıkla ileri gitmesi kararlaştırıldı.
Nihayet 1683 yılı Şubat ayı sonunda Edirne'den hareket olundu. Ordu 3 Mayıs'ta Belgrad'a ulaştı.
Belgrad'da toplanan Osmanlı ordusunun mevcudu şimdiye kadar sefere çıkmış olan orduların asker itibariyle en kalabalığıydı, Kapıkulu yayaları altmış bin, Kapıkulu süvarileri on beş bin, Kırım hanı kuvveti elli bin, tımar ve zeametliler kırk bin, Mısır kulu üç bin idi. Eflâk ve Boğdan voyvodaları ile Erdel kralı onar bin, Orta Macar kralı ise yirmi bin kişiyle gelmekteydi. Böylece ordu mevcudu iki yüz bini aşıyordu. Geri hizmet kıtaları ile bu rakam dörtyüz bine ulaşıyordu.”
IV. Mehmed Han Belgrad'da sancak-ı şerifi Kara Mustafa Paşa'ya verip onu Yanıkkale'nin (Raab) zaptına serdar tayin etti. Böylece Osmanlı birlikleri 15 Mayıs'ta bir kez daha ileri yürüyüşe geçti, Ordu, Ösek Sahrası'nda bulunduğu sırada Orta Macar Kralı Tököli İmre birlikleri ile gelerek katıldı. Kendisi serdar-ı ekrem tarafından merasimle kabul edildi (10 Haziran 1683). Bu sırada Uyvar üzerine gelen düşman kuvvetlerinin mağlup edildikleri haberi gelerek büyük sevince sebep oldu.
27 Haziranda İstolni Belgrad'da sadrazam büyük bir harp meclisi topladı. Önce kendisi söze başlayarak, “Gerçi maksadımız Yanık ile Komaran Kalesidir. Allahın inayetiyle alınması mümkündür, Lakin kale almış oluruz, memleket değil. Muradım inşallah Beçe (Viyana'ya) gitmektir, ne dersiniz?” diyerek sordu.
Bu mütalaa karşısında herkes susmuştu. Bunun üzerine veziriazam evvelce anlaşmış olduğu Şam Valisi Vezir Sarı Hüseyin Paşa'ya bakarak, “Ağzın bağlı mı? Niçin söylemezsin?” deyince Hüseyin Paşa, “Ferman sizden, hizmet bizden,” sözleriyle mukabelede bulundu.
Neticede Kırım Hanı hariç olmak üzere sadrazamın teklifi kabul olundu. Böylece Viyana üzerine gidilmesine karar verilerek Fatihalar okundu ve dualar edildi.
Kırım Hanı Murad Giray, tecrübeli bir devlet adamı idi. Böylesine mühim bir işte bir kişinin sözüyle derhal karar alınmasını uygun bulmamıştı.
O, verilen kararın doğru olmadığını, bu sene, Yanık ve Komaran kaleleri alınarak etrafa akınlar yapılmasını ve kış hudutta geçirilerek ertesi sene Viyana üzerine gidilmesinin yerinde olacağını belirtti. Karşıdaki düşmanın şöhret sahibi bir imparator olduğunu ve kendisine diğer kralların da yardım edebileceklerini ilave etti.
Veziriazam, söylenen bu sözlere kızdı ise de ses çıkarmadı.
Aslında veziriazamın Edirne'den hareketinden itibaren kafasında Viyana olduğu anlaşılıyordu. Kendisini bu işe teşvik edenlerin başında ise Reisülküttap Mustafa Efendi geliyordu. Mustafa Efendi onun hırsını tahrik etmek suretiyle bir anlamda veziri maceraya sevk ediyordu. Kendisine askerin çokluğundan bahisle bu kadar büyük kuvvetle Yanıkkale gibi ehemmiyetsiz bir mevkiin zaptınâ gitmeyerek Viyana'yı muhasara etmesini tavsiye eylemekteydi. Böyece hem büyük bir şöhrete hem de bol ganimete nail olacaklardı.
İşte bu sözlere aldanan sadrazam diğer mütalaaları neredeyse duymaz olmuştu. Nitekim Budin beylerbeyi ile görüşmesinde de bu durum net bir biçimde ortaya çıkacaktı.
ÖNCEDEN BİLDİRSEYDİ RIZA VERMEZDİM!
Viyana kararının verildiği son müzakerede Budin Beylerbeyi uzun İbrahim Paşa bulunamamıştı, Sadrazam daha sonra İbrahim paşa ile görüşmesinde kendisine:
“Paşa baba! Beçe gidecek olduk, ne dersin?” diye sordu. İbrahim Paşa:
“Zerini, Nadasdı, Battani oğulları gibi imparatora bağlı külliyetli asker sahibi ocaklık Macar beylerinin memleketleri alındıktan sonra Yanık ve Komaran üzerine varalım. Bundan sonra Beç üzerine yürürüz'', deyince veziriazam:
“Viyana'nın zaptı asker ve mühimmat telef etmeden daha kolay tatbik edilecektir. Viyana elde olmadıkça bütün Avusturya'nın fethinden bir fayda hasıl olmaz. Şayet imparatorluğun merkezi olan Beç kalesi (Viyana) alınacak olursa bütün boy beyleri ve Frenkler itaat altına gireceklerdir” dedi.
Bunun üzerine Uzun İbrahim Paşa:
“Bu düşmanı diğer düşmanlarla kıyas buyurmayınız. Sıkılıp feryat edince Frengistan'ın en ücra köşesinden dahi asker ve para ile yardıma koşarlar. Âcizane mütalaam şudur ki bu yıl Yanıkkale ile Komaran zaptedilip nizam verildikten sonra Avusturya içerilerine kadar akın yapılsın. Serhadde kışlanarak hazırlandıktan sonra ertesi sene arzunuz gibi Beç muhasara ve zapt olunsun,” dedi. Aksi halde Yanıkkale alınmadan Beçe gitmenin büyük hata olduğunu beyan İle yol üzerindeki kalelerin zaptında ısrar etti.
Bu mütalaaya canı sıkılan Kara Mustafa Paşa Budin valisine, “Sen bunamışsın! Bir adamın yaşı sekseni geçince idraki kalmayacağı hakkında söylenen sözler yerinde imiş. Akıncılar bir taraftan akın yapıp etrafa dehşet salarken biz de bir taraftan kale alırız. Hemen sen memur olduğun hizmeti gör. Yanık, Komaran dediğin kaleler bize helva gelmez. Alınırsa muhafız askere zeamet ve tımar verilip hazineye faydası olmaz. Fakat Beç alınırsa bu kaleler harpsiz elde edilir. Sarf edilecek hazine ve cephaneyi Beç Kalesi için sarf ederiz” dedikten sonra başka bir söz söyletmedi.
Nihayet ordu Belgrad'dan hareketle 1 Temmuz'da Yanıkkale önünden geçti. Raab Suyu sahiline gelindiği zaman on iki bin kişilik düşman kuvveti ordunun nehri geçmesine mani olmak istediyse de muvaffak olamadı. Süratle karşı tarafa geçen Osmanlı ve Tatar kuvvetleri bu düşman askerini fena halde bozguna uğrattılar.
Nehir üzerine kurulan on köprüden kısa sürede bütün asker geçerek Yanıkkale'yi geride bırakıp Viyana'ya doğru yola ilerledi. Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa, Raab Nehri üzerindeki köprülerle bu köprülerden geçecek askerin muhafazasına memur edilerek yirmi bin kişilik bir kuvvetle orada bırakıldı.
Ordu öncüsü kumandanı olan Diyarbakır Beylerbeyi Kara Mehmed Paşa Tuna'ya yakın yol üzerindeki Ovar (Altenburg); Eğri Beylerbeyi Abaza Kör Hüseyin Paşa da Viyana'nın doğusunda ve Tuna kenarında hükümdar taçlarının bulunduğu Pojin (Pressburg) Kalesi'nin zaptına tayin edilip gönderildiler.
Kara Mehmed Paşa kısa sürede Ovar Kalesi'ni zapt etti ise de Kör Hüseyin Paşa bir başarı elde edemedi. Yine Kara Mehmed Paşa ile Deli Bekir Paşa tarafından Viyana'nın güneydoğusunda pek müstahkem olan Hanburg (Hainburg) Kalesi de elde edildi. Bu suretle Yanıkkale önünden kalkıldıktan sonra sağdan soldan bir hayli kale ve palangalar zapt edildi. Nihayet 14 Temmuz 1683 Çarşamba günü Viyana önüne gelindi.
Avusturya İmparatoru Leopold muharebenin kaçınılmaz olduğunu görünce ordularının başkumandanlığını eniştesi Şarl dö Lorene vermişti. Türklerin Viyana üzerine geleceklerini tasavvur etmeyerek Macaristanda harekât yapacaklarını tahmin ediyordu. Lakin Osmanlı birliklerinin Viyana üzerine doğru geldiklerini haber alınca bu defa Viyana'yı terk ederek Linz kasabasına kaçtı. Kalenin savunmasını ünlü komutanlarından Von Starhamberge bırakmıştı.
Öyle ki imparator Viyanadan kaçarken halk, “Bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” diye bağırıyordu.”
Öte yandan Viyana üzerine yürünmesi kararı alındığında Sadrazam Kara Mustafa Paşa, ordunun Viyana'ya doğru gidişini IV. Mehmed Han'a bir telhisle bildirmişti. Telhisi götüren İsmali Ağa, Belgrad'a gelerek huzura kabul olunup arızayı takdim edince, veziri azamın kendisine danışmadan Viyana'yı muhasaraya karar verdiğine hayret eden padişah:
“Kasdımız, Yanık ve Komaran kaleleri idi. Beç (Viyana) Kalesi dilde yoktu. Paşa ne acip saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş şimdi Hak Teâlâ âsân getüre. Lakin önceden bildirseydi rıza vermezdim diye teessüflerini bildirip bu emr-i vakiyi istemeyerek kabul etti.
VİYANA MUHASARASI
Kanuni Sultan Süleyman'ın Viyana'yı kuşatmasının üzerinden yüz elli dört sene geçmişti. Büyük Osmanlı gücü Batı Avrupanın bu en büyük geçit kapısı önüne bir kez daha gelmiş bulunuyordu. Avrupa devletleri korku içinde neticeyi beklemeye başlamışlardı. Papa dört bir yana müracaatla herkesi Viyana'nın savunmasına davet ediyordu.
Viyana son derece müstahkem surlarla çevrili bulunuyordu. Tuna Nehri'nin sağında ve Tunadan ayrılan kanalın ise hemen kenarında yer almaktaydı.
Kara Mustafa Paşa güçlü ordusuyla 14 Temmuz 1683'te Viyana önlerine varıp kaleyi kuşattı. Düşmanın kaleye yardıma gelebileceği yol üzerine Kırım Hanı Murad Giray'ı gönderip, Viyana'ya gelebilecek yardımları önlemekle; Eğri Beylerbeyi Abaza Hüseyin Paşa'yı da altı bin askere serasker yapıp Tököli İmre ile birleşerek Kuzey Macaristan'da faaliyette bulunmakla görevlendirdi.
Âdet üzere yapılan teslim teklifinin reddedilmesi ile muharebe başladı.
Kanuni dönemindeki birinci Viyana muhasarasındaki hata tekrar edilmiş ve ağır toplar getirilmemişti. Zira sefere çıkışta hedef Viyana değildi. Viyana muhasara edildiği zaman Osmanlı ordusunda ancak üç okkadan dokuz okkaya kadar iki gülle atan on dokuz kolonborna top ve bir miktar humbara havanı ve yüz yirmi kadar şâhi zarbezen bulunmaktaydı. Buna mukabil düşmanın otuz kadar dörder okka gülle atan yüz otuz adet balyemez ve bir miktar da kolonborna topları vardı. Bu hal muhasaranın uzamasına sebep olacaktı.
Muhasara esnasında Ağustos 1683'te Erdel Kralı Apafi Mihal de orduya geldi. Veziriazam tarafından kabul ve ikram olundu. Veziriazam, muhasara münasebetiyle Erdel kralının da fikrini almak istemişti. Kendisine:
“Elhamdülillah işte gelip Beç'i muhasara edip dövüyoruz. Kale duvarlarına el vuruldu. İnşallah birkaç güne kadar fethederiz, ne dersin?” deyince Erdel kralı:
“Pek güzel olmuş; Allah kolay getüre; isabet buyurmuşsuz“ gibi beylik sözleriyle mukabelede bulundu. Fakat veziriazam bu mutad dalkavukça sözlerden ziyade kralın hakiki kanaatini öğrenmek isteyerek:
“Yok, izin sana. Korkmadan kanaatini söyle,” demesi üzerine Apafi Mihal:
“Sizde sofraya pilav konsa evvela ortasından mı başlanır, yoksa kenarından mı?” diye sordu. Veziriazam, “Zahir kenarından“ diye cevap verince şöyle söyledi:
“Askerinize, mühimmat ve cephanenize diyecek yok. Cümle Hıristiyan devletleri bir yere gelse bu cemiyete malik olamaz ve mukabelenize kimse gelemez. Lakin Beç sarp bir kaledir. Gelindiği gibi eğlendirilmeyip yürüyüş veya vire ile alınması mümkün olaydı güzel iş idi. İllâ zaman geçtikçe fethi güçleşir ve bu kadar insan ve hayvana dağlar dayanmaz. Ganimet elde edenler kaçarlar. Hem kıtlık ve pahalılık olur hem de buralarda erken gelen kıştan
çok sıkıntı çekersiniz. Haber aldığımıza göre imparator, Hıristiyan devletlerden yardım istemiştir. Benim fikrim bu idi ki Yanıkkale'nin zaptına himmet edip kışı orada geçirip düşman topraklarını vurmuş olsaydınız imparatoru amana düşürürdünüz. Mademki Yanıkkale'yi almadınız, Tuna'nın etrafını vurup sonra Uyvar üzerinden Budin'e gidip kışı orada geçiriniz,” dedi.
Veziriazam kendi planına muhalif olan bu fikre de kızarak: “Sen Nemçeden korkarsın! Var git Yanıkkale altında zevkine bak,' diyerek Erdel kralını geri Yanık tarafına gönderdi.
Öte yandan Viyana kuşatması uzuyordu. Bu arada Kuzey Macaristanda faaliyette bulunan Eğri Beylerbeyi Hüseyin Paşa düşman kuvvetlerinin dört bir yanda zinde beklediklerini ve bu arada Lehistan Kralı Jan Sobieski'nin atlı ve yaya kırk bin kişilik bir kuvvetle Viyana'nın yardımına gelmekte olduğunun haberlerini bildirdi.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Hüseyin Paşa'yı Viyana önüne geri çağırırken Kırım hanından on bin kişilik bir kuvveti ona yardımcı göndermesini söylemişti. Ancak Kırım atlıları ganimete boğulduklarından ancak üç yüz kişi ile yanına vardılar.
Seksen bin kişilik Nemçe kuvveti, Hüseyin Paşa'nın Viyana'ya doğru geldiğini haber alınca üzerine yürüyüp kendisini sıkıştırdılar. Bunun üzerine Hüseyin Paşa geri dönmeyerek bir avuç askeriyle muharebeye girişti. Pek şiddetli bir savaştan sonra Kırım kuvvetleri kaçıp kendisi de çeşitli yerlerinden yaralanarak Moravya Suyu köprüsüne doğru çekildi. Yıkılmış olan köprüyü geçtiği sırada yaralarından fazla kan akması sebebiyle nehre düşüp boğuldu. Bu suretle veziriazamın kendi yakınına Tuna'nın sol sahiline celbettiği Hüseyin Paşa'ya yardım edilememesi yüzünden bu değerli kumandan şehit düştü.
Viyana muhasarası iki aya varmak üzereydi. Veziriazam, tamahı yüzünden kalenin hücum ile alınmasını istemiyor, teslimini bekliyordu. İmparator ise etraftan yardım toplamak suretiyle Osmanlı erzak kollarını vurduruyordu. Orduda yiyecek sıkıntısı başlamıştı, Süvarilerin hayvanlarına lazım olan ot, saman, yulaf ve sairenin tedariki güçleşmişti. Bunlara yiyecek bulmak için on beş yirmi saat uzak yerlere gitmek lazım geliyordu. Yemsizlik yüzünden ordudaki hayvanlar telef olmaya başlamış ve topların nakli için tayin olunan mandaların bir kısmı bu yüzden telef olmuştu. İnsan yiyeceği de daralmış ve fiyat yükselmişti.
BÜYÜK İHANET
Bu arada yakalanan esirlerden otuz beş bin Leh kuvvetiyle seksen beş bin Almandan (Avusturya, Saksonya, Bavyera, Frankonya) mürekkep yüz yirmi bin kişilik bir kuvvetin Viyana'ya yaklaşarak Osmanlı muhasara hattını saracakları haber alındı. Bu durum üzerine Yanıkkale altında köprülerin muhafazasına bırakılan Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa'ya, Silistre Valisi Mustafa Paşayı yerine bırakarak birlikleriyle acele orduya gelmesi bildirildi. Sekiz bin kişilik maiyeti ile gelen İbrahim Paşa ordu yakınına kondu (8 Eylül).
Hüseyin Paşa'nın şahadetinden sonra Merzifonlu, işin ciddiyetini kavramıştı. Viyana'nın teslim olma teklifini beklemeden 26 Ağustos'ta kuvvetli bir hücum yaptı. Bazı tabyaları düşürdü. Müdafaa kuvvetlerine ağır zayiat verdirdi. Şehirdeki dizanteri hastalığı da mühim telefata neden olmuştu. Kalede zahire oldukça azalmıştı. Kale kumandanı acele yardım yetiştirilmesini yoksa kısa sürede şehrin düşeceğini bildiriyordu.
Öte yandan düşman birlikleri tehlikeli bir biçimde Viyana'ya yaklaşıyordu. Elde edilen tutsaklardan imparatorla Lehistan kralının toplarını, İskender (Hörelen) Köprüsü'nden Tuna'nın sağ sahiline yani Osmanlı ordusunun bulunduğu tarafa geçireceği haberi alındığında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, buna mani olmak için Kırım hanını görevlendirdi.
Lakin kalabalık düşman birlikleri Tuna'yı geçerken Murad Giray mani olmak bir tarafa yüksek bir yerde elini böğrüne koymuş olduğu halde at üzerinde düşmanın geçişini seyretmekle iktifa ediyordu. Bu hal üzerine kendi imamı yanına vararak:
“Hanım, şu bölük bölük geçen kâfirleri kırdırsanız gerisi kesilmez miydi?” demesi üzerine han, “Be hey efendi sen bu Osmanlı'nın bize ettiği cevri bilmezsin! Bizi bir hale kodular ki yanlarında Eflâk ve Boğdan keferesi kadar rağbetimiz kalmadı. Bu düşmanın cemiyet ve hareketini kaç defadır yazıp bildirdim. Düşman çok, mukavemet mümkün değil, askeri ve topları metristen çıkaralım, iktiza ederse saf dengi edelim ve illâ selamet yere gidelim dedim. İnadından dönmeyip söz geçiremedim. Bu düşmanın def'i yanımda işten değildi ve bilirüm ki dinimize de düşmez ihanettir! Lakin gayret beni komadı, onlar da görsünler kendilerin; kaç akçelik adam imiş, Tatar kadrin bilsinler diyerek atını depip kuvvetlerini alarak ordugâha döndü.
Vaziyet nazikti. Sadrazam derhal kurmaylarını topladı. Yapılan görüşmede serdar-ı ekremin arzusuna uygun olarak, düşman geldiği zaman paşaların maiyetleriyle karşı durmaları kararlaştırıldı. Siperlerde Viyana'yı muhasara eden birlikler ise yerlerinden ayrılmayacaklardı.
Ancak ele geçen esirlerden düşmanın ertesi günü orduyu basacağı haber alındığından bütün askerin hazırlanması emrolundu.
Müttefik kuvvetleri Alman Dağı veya Kahlenberg eteğindeki manastır etrafına gelince Viyanada mahsur olanlar şenlikler yaptılar. 12 Eylül pazar günü dağ gerisinden yürüyen düşmanla öncü kumandanı Kara Mehmed Paşa kuvvetleri arasındaki muharebe duyulunca veziriazam maiyeti ve kapıkulu halkıyla ileri vardı. Osmanlı ordusunun sağında Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa, merkezde veziriazam ve sol kolda da Kırım hanı ile Sarı Hüseyin Paşa bulunuyorlardı.”
BOZGUN
Savaş başlar başlamaz müttefikler Osmanlı ordusu üzerine top, gülle ve kurşun yağdırmaya başladı. Sağ kolda bulunan Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa kolu bozulduğundan düşman ordunun içine yol buldu. Sol kolda yer alan Vezir Sarı Hüseyin Paşa uzun süre dayandı. Ancak aynı hatta bulunan Kırım hanının yardımını görmediğinden o da sarsıldı. Böylece iki cenahı açılmış olan serdar-ı ekrem kolunda panik başladı.
Artık Leh kralı, doğrudan doğruya Osmanlı merkezine sancak-ı Şerif üzerine yürüdü. Serdar-ı ekrem yerinden kımıldamayıp beş altı saat kahramanca mücadele etti. Nihayet tüm cenahların çökmesi ister istemez onu çekilmeye mecbur etti. Artık ortalık ana baba günü gününe dönmüş herkes can kaydına düşmüştü. Harp ede ede otağına kadar gelen Kara Mustafa Paşa burada hâlâ metriste bulunan otuz bin askerin siperlerden çıkmalarını emretti. Düşman ordugâhın çadırlarına kadar girmişti.
Sadrazam şaşkındı. Tam, “Seni aldım Viyana” dediği anda kalenin avucunun içinden kayıp gittiğini görmüştü. O anda nelere yandı kimbilir? Zamanın ne kadar önemli olduğuna mı? Kalp kazanmanın ne kadar mühim olduğuna mı? Düşmanı asla hafife almamak gerektiğine mi? Olmaz denilen oluyordu. Osmanlıların güçlü bir şekilde Viyana üzerine vardığı ordusu darmadağın olmuştu. Kıyamet denilen sanki bugündü.
Veziriazam tamah ve inadının böyle netice verdiğini görünce, elem ve keder içinde, “Bu günleri görmektense, ölmek iyidir; diyerek kendisini düşman üzerine atıp maiyetiyle beraber tekrar çarpışmaya girişti. Vakit akşama yaklaşmıştı. Sonunda Amca Hasan Ağa (Köprülü Mehmed Paşa'nin kardeşi) serdar-ı ekreme gelerek:
“Ne olur gidelim! Bundan gerü sancak-ı şerifi ve asakir-i İslam'ı selamete çıkarmaya say eyle! Artık iş işten geçti. Allah korusun sancak-ı şerifi küffâra aldırırsın da kıyamete değin lanetle anılırız” diyerek yalvardı. Sipahiler Ağası Osman Ağa da serdar-ı ekremi ikaz ederek, “Efendim, lutf u kerem et! İş işten geçti. Senin vücudun askerin ruhudur. Feda olmakla asker felakete uğrar; buyurun gidelim,” dedi.
Neticede sadrazam, sancak-ı şerifi alıp otağın arka kapısından çıkarak Yanıkkale tarafına doğru çekildi.
Veziriazamın bütün eşyası ve hazinesi ile birlikte üç yüz top, on beş bin çadır, hesapsız harp levazımı, hülasa ordunun bütün eşyası düşmana terk edilmiş bulunuyordu.”
Sadrazam Kara Mustafa Paşa, 14 Eylülde Yanıkkale önüne geldiği zaman, orada savaş meydanından ilk önce çekilen Budin Valisi Uzun İbrahim Paşa'yı görünce hiddetlendi. İbrahim Paşa, serdardan bir gün evvel gelmişti. Veziriazam İbrahim Paşa'yı yanına davet ettiyse de çekindiği ve hiddetinin geçmesini beklediği için gelmedi.
Serdar, “Görüşülecek iş vardır, hasta ise araba ile gelsin," diyerek tekrar haber gönderdi. Bunun üzerine İbrahim Paşa çaresiz kalarak yanına geldi ve eteğini öptü. Veziriazam, kendisine hiç tazim etmeyerek, “Bre dinsiz koca mel'un! Seni bu kadar zamandan beri padişahımızın vezirleri arasında gayret ve himmeti vardır diye itibarda tutardık. Bu defa cümleden evvel kaçarak bütün askerin bozulmasına sebep oldun. Birde ordu öncüsü gibi buraya gelip bir iş görmüş gibi çadırında oturursun ha!” dedikten sonra çavuşbaşıya verip boğdurdu.
İbrahim Paşa'nın gerek Budin'de ve gerek ordudaki eşyalarını müsadere ettirdi. Budin valiliğini ise Diyarbakır Valisi Kara Mehmed Paşa'ya verdi.
Düşmanın Osmanlı ordugâhını yağmayla meşgul olması ve aralarında bu sebeple ihtilâf çıkması sebebiyle askeri takip etmemesi Osmanlılara nefes aldırdı. Veziriazam Yanıkkale altına döküntü halinde gelen ordu efradını topladı. Üç gün burada kalmak suretiyle düşmanın ilerleme ümitlerini kırdı.
Muharebede kusurları ve kayıtsızlıkları görülenleri cezalandırdı. Düşmanın gelmesi ihtimali olan kale ve palangalara muhafız kuvvetler yolladı. Aldığı tedbirlerle perişanlığı önleyerek orduda zapt u raptı tesis etti. Ardından evvela Tata kasabasına, oradan da Budine geldi. İdare kabiliyeti yüksek ve soğukkanlı bir hükümet reisi olan Kara Mustafa Paşa, bozgundan dolayı son derece müteessir olmakla birlikte hatalarını telafi ile fena durumu düzeltmeye çalıştı.
Viyana bozgunu, Avrupa'nın göbeğine kadar girmiş olan Türk ordularının son seferi oldu. Osmanlı ordularının Avrupa'yı telaş ve heyecana düşüren büyük harekâtları bu seferle son buldu. Bundan sonra birleşen Avrupa Viyanadan aldığı moralle bu büyük bitmek tükenmek bilmeyen taarruzları ile Osmanlı kuvvetlerini hırpalayacaktır.
Kaynak: KAYI VI, Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil